Kapadokya, Periler ülkesine yolculuk

Kapadokya, Periler Ülkesine Yolculuk

 

Kapadokya,  Anadolu’nun tam ortasında gerçek olamayacak kadar ilginç bir  bölgemiz. Kayseri’de Erciyes, Aksaray’da ( Niğde)Hasan Dağı olmak üzere iki sönmüş yanardağın arasında Doğu-Batı ekseninde yaklaşık 180 Km. Kırşehir’den – Niğde’ye de yaklaşık yine yaklaşık 180 Km. genişliğinde bir bölgeden bahsediyoruz.

Adı geçen iki yanardağ bölgenin hem topografik özelliklerini hem de bu özelliğinin doğal bir sonucu olarak tarihini ve kültürünü belirlemiş.

Milyonlarca yıl önceden başlayıp, yaklaşık 10 bin yıl öncesine kadar aktif olan Erciyes ve Hasan dağlarının patlamaları sonucu bölgeye yayılan volkanik lavlar, sönüp katmanlaşınca Orta Anadolu’da yüksek bir platform oluşmuş. Sonrasında rüzgar, yağmur, sıcaklık farklılıkları nedeniyle erozyona uğrayan bölgede masalsı yeryüzü şekilleri ortaya çıkmış. İşte bu nedenle de  dışı sert içi yumuşak konik kaya parçaları ile tepesinde şapka gibi kalmış sert kayalar yerel halk tarafından Peri Bacaları olarak adlandırılmış.

 

Elbette, benzer topografik oluşumlar dünyanın başka bölgelerinde de var. Örneğin Bolivya’nın başkenti La Paz’da Ay Vadisi , Arizona’da Grand Kanyon ya da Ürdün’de Wadi Rum gibi pek çok yerde benzeri yeryüzü oluşumları doğanın bize bıraktığı zengin miraslardandır. Ancak Kapadokya’yı diğerlerine göre üstün ve eşsiz kılan özelliği hem yayıldığı alanın genişliği hem de tarih boyunca bizlere bıraktığı tarihi ve kültürel mirasıdır.

 

Asya’dan Avrupa’ya uzanan Anadolu’nun tam ortasında tarihi İpek Yolu üzerinde konumlanmış olması ticari ve stratejik olarak önemini arttırmış ve Neolitik dönemlere kadar uzanan yerleşimlere sahip olmuştur. Ancak belki de bu özelliği nedeniyle hiç bir zaman güçlü ve merkezi bir yönetime sahip olamamıştır. Kuzeyinden Hititler, Güneyinden Asurlar, Doğusundan Urartular ve sonrasında Persler, Batısından Lidya, Frigya, İskender, Roma ve nihayetinde Bizans’ın vassalı olarak kalmıştır. Bu kadar önemli bir geçiş noktasında olması nedeniyle gelen-geçen orduların saldırılarına karşı nispeten iyi korunabilmiş olmasının sebebi doğanın kendisine bahşettiği jeolojik avantajıdır. Yerel halk 19. Yüzyılın sonlarına kadar sadece doğal kayaları oyarak kendisine yerleşim yerleri açmış, yer yüzeyinde herhangi bir yapı dikmemiştir. Tehlike anlarında da yer altına sığınak şeklinde çok katlı yerleşim yerleri inşa etmiştir. 

 

Özellikle erken Hristiyanlık dönemlerinde Pagan saldırılarından korunmak için bu tür yerleşim yerleri çok işe yaramıştır. Hristiyanlığın Anadolu’da hızla yayılmasında, bölgenin jeolojik avantajlarından faydalanılarak yapılmış binlerce kilise ve manastırlarda yaşayan yerel azizler ve keşişler önemli rol oynamıştır.

Selçuklu’larla birlikte bölgeye yerleşen Karaman Türkleri de bundan nasibini alarak Ortodoks dinini kabul etmiştir. Mübadelede ise Karaman Türkleri dil ve dinleri farklı olduğu için Yunanistan’a gönderilmiş, yerine de Doğu trakya’dan getirilen müslüman halk yerleştirilmiştir.

 

Kapadokya’da turizm 1970’ler sonu itibariyle ilk kez Fransız entelektüellerinin bölgeyi keşfi ile gelişmeye başlamış ve Uçhisar’da Club Med’in açılması ile Avrupa’da tanınır hale gelmiştir. Sonrasında Amerikalı ve Japonlar da bölgeye aşırı ilgi göstermişlerdir.  Bölgede turizm hareketleri başladığında bölgenin yegane oteli Ürgüp Büyük otelde genelde yer bulunmaz, biraz lüks konaklama tercih eden Amerikalı ve Japon gruplar 80 Km ötedeki Aksaray Orhan Ağaçlı Tesislerinde kalırdı. Bölgeyi ziyaret için hergün eski İpek Yolunu takip ederek,  Kervansaray kalıntıları izlenerek gidilirdi. Yolda da Alexander Borodin’in ‘In the Steppes of Central Asia’ veya Kitaro’nun ‘Silk Road’ albümleri dinletilirdi..  Hatta kıdemli bir rehber abimize Ihlara yolunu tarif ederken, çok şaşırmış; ‘Yapma ya Ihlara’ya yol mu açılmış? Biz oraya grupları at sırtında götürürdük!’ diye serzenişte bulunmuştu. 

 

1990’lardan sonra açılan Kayseri ve Nevşehir havaalanları, tanıtım faaliyetlerinin artması ile bölge turizmi küreselleşmiş ancak neyse ki kitleselleşememiştir. Bölgenin tarihi ve jeolojik özellikleri ile çoktan UNESCO listesine girmiş olması nedeniyle yerel halkta varolan koruma bilinci, bölgeye gelen nispeten eğitimli ve bilinçli, çoğunlukla eski rehber olan küçük yatırımcılar tarafından da takdir edilmiştir. Bölgenin dokusuna uygun kayadan oyulma küçük butik oteller, lokantalar, dükkanlar ile bölge karakterini oldukça iyi korumuştur.  Eskiden Avcılar köyünün yamaçlarında yer alan Kelebek Pansiyon bu türün ilk örneği iken şimdilerde Uçhisar’da Argos Inn, Museum Hotel. Ortahisar’da ise Cappadocia Cave Suites Otelleri dünya butik oteller sıralamasında üst sıralarda yer alır.

 

Kapadokya’yı ziyaret için en iyi zaman ya İlkbahar ya da Sonbahardır.  Özellikle akşam üzeri yörenin pastel sarı, pembe, kahverengi tonlarını öne çıkaran ve peri bacalarının gölgelerini uzatan güneş ışığı fotoğrafçılar için bulunmaz nimettir. Sabah gün doğmadan havalanan yüzlerce balonla renklenen semadan Güvercin Vadisini seyretmek ise bambaşka bir düşler ülkesine geldğiniz duygusunu uyandırır. 

 

Kapadokya’ya gitmişken mutlaka görülmesi gereken yerler arasında tabii ki birinci sırada Göreme açık hava müzesi gelir.  Özellikle Karanlık ve Tokalı kiliseleri gezenler, Eski ve yeni ahit yer alan hikayeleri iyi korunmuş fresklerden izleyebilirler. Uçhisar’a tırmanacak gücü kendinizde bulursanız, açık havada Erciyes’ten Hasan Dağına kadar tüm bölgeyi görebilirsiniz. Uçhisar ve civarındaki evlerin damlarında Sonbaharda kurutulan kayısılar yerel mimari ile birlikte çok güzel görüntüler sunar. 

Ürgüp; bölgenin merkez kasabası görülmeden geçilmez. Ana caddesinden aşağıya yapacağınız yürüyüşle geleneksel halı ve antikacı dükkanlarını görebilir hem de Kayakapı otel projesi olarak koruma altına alınan eski yerleşim bölgesi Ağalar Mahallesini izleyebilirsiniz. Bölgenin kuzey kıyısında Kızılırmak’ın geçtiği Avanos, Hititlerden günümüze geleneksel seramik ve çömlekçilik sanatçılarının mağara atölyelerini görebileceğiniz bir kasaba. Ayrıca yine burada Kapadokya’ya özgü folk dans ve showlarının yapıldığı yer altı lokanta ve gece kulüplerini ziyaret edebilirsiniz.  

Erozyondan dolayı artık ziyarete kapalı olan Zelve vadisine giremeseniz bile, yolda Paşabağı Peri Bacaları önünde foto molası verebilir, hemen üzerindeki Kızıl Vadi’de akşam üzeri yerel şarap tadımı yaparak güneşi batırabilirisiniz.

Bölgede mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Sinasos ya da yeni adıyla Mustafapaşa köyü. Burada Old Greek House’ta yerel mutfaktan örneklerin sunulduğu lokantasında en azından bir öğle ya ya da akşam yemeği yenebilir.

Eğer Kayseri’den dönüyorsanız  mutlaka Soğanlı’ya uğrayıp keyifli bir yürüyüşle kaya kiliselerini görebilirsiniz. Vaktiniz varsa tabii ki Kaymaklı veya Derinkuyu yeraltı şehirleri ile Ihlara vadisini de kaçırmayın derim. 

Kapadokya’da son üç yıldır gerçekleştirilen Capadox Festivali bölgenin geleneksel kültür ve eğlence seviyesini bayağı yükseltti. İlkbahar’da Dünyaca ünlü müzik, dans, plastik sanatlar temsilcilerinin sahne aldığı ve önemli kuratörlerin imza attığı festival giderek evrensel bir boyut kazanıyor. Kapadokya’da iyi bir akşam yemeği için Ürgüp’te Elai Restaurant, Argos Inn’de Bezirhane Restaurant ve Museum Otelin Lil’a Restaurantı hem menü hem şarap kavları ile şeflerini mahcup etmez. Giderseniz Juan Goytiosolo’nun Türkçe’de de yayınlanmış ‘Kapadokya’da Gaudi’in İzinde’ kitabını alın, keyifli bir seyahat olur.