Fidel’in ardından Küba’da neler oluyor?
Bir Küba gezisi
Bu kez yetişemedim Fidel’e. Bir kurumsal müşterimizin yönetici ve bayileri için Mayıs ayından beri planladığımız Küba gezisini 12-18 Aralık, 2016 tarihleri arasında gerçekleştirdik. Gelgelelim biz gitmeden on yedi gün önce 25 Kasım’da 90 yaşında hayata veda etti.
İlk kez 1998 yılında bir Amerikan kurvaziyer gemisi ile yaptığım Karayipler turunda Küba kıyılarını uzaktan izlemiş ve içimden ‘Bir gün mutlaka oraya geleceğim’ demiştim. Bu dileğim ilk kez 2003 yılında gerçekleşmişti. Küçük bir yakın arkadaş grubuyla yapmış olduğumuz gezi sırasında, Küba’nın başkenti Havana ve Trinidad kentlerini gezmiş ve Küba’nın sıcak insanlarını, Afro-Cuban müziğini, mimari kültür mirasını tanımaktan büyük keyif almıştık.
Daha sonra aralıklarla 2006, 2009 ve 2013’te Küba’yı ziyaret etmiş, en sonuncusunda Mülkiyeli bir grup arkadaşla 1 Mayıs kutlamalarına katılmıştık. Bu seyahatlerin hepsinde Fidel hayattaydı ve Sovyetlerin yıkılmasından ardından koca bir süper gücün 90 mil açığında yalnız ve korumasız kalan ülkesini siyasi ve ekonomik tehditler karşısında devrimci arkadaşlarıyla korumaya çalışıyor, halkına ilerlemiş yaşına rağmen devrimci ruhundan ödün vermeksizin moral ve dayanma gücü aşılayan konuşmalar yapıyordu.
Ancak son gezimizde Havana’daki Devrim Meydanındaki 1 Mayıs kutlamalarında çok arzu ettiğimiz halde ne kendisi ne de yönetimi devrettiği kardeşi Raul katılabilmişti. Raul Castro o yıl 1 Mayıs kutlamalarına Küba devriminin ilk kıvılcımın ateşlendiği Santiago de Cuba kentinde katılıp konuşma yapmıştı. Biz de Havana’daki kutlamalara katılan dünyanın dört bir tarafından gelmiş yabancı gruplar ve Küba halkıyla kucaklaşıp, emekçilerin bayramını kutlamıştık.
Bu geziye çıkmadan önce Fidel'in, anti-kapitalist küreselleşme eylemlerinin liderlerinden Fransız akademisyen, gazeteci, yazar aktivist Ignacio Ramonet ile 2005 yılında yaptığı ve toplam 100 saat sürmüş bir nehir söyleşisi olan ‘My Life-Hayatım’ adlı biyografisini okumaya başlamıştım.
25 Kasım akşamı kitabın sonlarına gelmiş ve artık kendisinden sonra nasıl bir Küba beklediğinin yanıtını verdiği son bölümü okurken ölüm haberini aldım. Söyleşide yaşının çok ilerlemiş olduğunu ki, o dönemde henüz daha 79 yaşında idi, o nedenle aktif yönetim yetkilerini diğer devrimci arkadaşlarına devretmeyi düşündüğünü, Küba devriminin geçirdiği bunca zorluk ve engellemelerden sonra belli bir olgunluğa eriştiğini ve halkının devrimci ruhtan ve sosyalizmden öyle kolayına vazgeçemeyeceğini ileri sürüyordu. Zaten ölmeden önce ki yakın zamanlarda da Küba devrimine ve halkına güvendiğini, ‘Fidel’siz de halkın devrimci ruha sahip çıkacağını’ belirten konuşmaları sık sık yapmıştı.
Söyleşisinde Ramonet’in açık yüreklilikle ve hiç sakınmadan sorduğu; Kendisinin diktatör olduğu ve ülkeyi acımasız bir baskı rejimi ile yönettiği’ suçlamalarını yönelten kişilere karşı kendisinin bir diktatöre karşı mücadele verip, onu devirdiği ve bu devrimin toplam 82 kişi ile başlayıp, halkın kendisine güvenerek nasıl milyonlarca desteğe ulaştığını ve böyle bir güven ve sevgi üzerine kurulu devriminin liderinin diktatör olarak suçlanması doğru olsa idi, çoktan yıkılıp gideceğini söylüyordu. Oysa devrimden sonra ülkeyi terk etmiş ve Miami’de yaşayan Batistacı karşı devrimci mafyanın koca bir süper gücün her türlü askeri, ekonomik ve siyasi desteğine rağmen nasıl olup da Küba Devrimini yıkamadığının tek bir yanıtı olabilirdi; o da halkın bu Devrimi benimseyip, içselleştirildiği ve başta kendisi olmak üzere tüm devrimci kadronun halktan kopmadan devrimin ideallerini yavaş da olsa yerine getirmek için çabalamasının sonucudur, şeklinde özetliyordu. Sonunda da ‘Ben Küba ve dünyanın ezilen tüm halkları için kendi bildiğim doğrulara göre hareket ettim, elbette gerek devrim sırasında gerek daha sonra pek çok hatalarım olmuştur. 1953 yılında Moncada askeri kışlasının baskınında yakalanıp, Batista Diktatörlüğünün mahkemelerinde yargılanırken ifade ettiğim gibi ‘’tarih beni aklayacaktır’’, inancım halen devam ediyor. Bundan sonrası artık Küba halkının takdiridir’ sözleriyle bitiriyordu konuşmasını.
Evet bundan sonra ne olacaktı gerçekten? Tabii bizim seyahatimiz Fidel’in ölümünden hemen sonra gerçekleştiği için bu sorunun yanıtına ip uçları bulabilecek gelişmeler için henüz erkendi. Ancak yine de üç yıl aradan sonra ve Fidel’in vedasından sonra tanık olduğum izlenimleri kısaca özetlemek isterim.
Grubumuzda ülkeye ilk kez gelen katılımcıların ilk yargısı ’Bu ülkede yoksullukta eşitlik sağlanmış’ oldu. Aslında Devrimin de ironik olarak başarısı belki de bu durumda gizli idi. Çünkü Fidel ve Che ile Devrimin diğer babaları Sovyetlerin uyguladığı Proletarya Diktatörlüğü ve ekonomide kolektivizm yerine daha ütopik bir sosyalizm uygulamaları, devrimle birlikte vatandaşların sahip olduğu ev ve otomobillerini sahip olmaya devam etmeleri, ülkeyi terk etmiş olan karşı devrimci Kübalıların mal ve arazilerini halka yaşamları süresince yerleşme ve kullanma karşılığı verilmiş olması gibi uygulamalar sayesinde ülkede zengin bir parti elitinin oluşması engellenmiş, yöneticilerin halkla birlikte yoksunluğu paylaşması Devrime karşı bir tepkinin doğmasını engellemiş olabilir.
Küba’nın 1990-1996 yılları arasında Sovyetlerin yıkılması ardından girmiş olduğu ‘Özel Dönem- Period Especial’ de açlık derecesine varan ekonomik sıkıntıları atlatma konusunda lokomotif sektörü turizm olmuştu ve bu durum halen gelişerek devam ediyor. Özellikle Obama’nın Küba’yı ziyareti ile sonuçlanan ilişkileri ısıtma ve Amerikalılara Küba’yı ziyaret etme yasağının kaldırılmasından sonra Küba’ya ABD’den büyük bir talep gelmeye başlamış durumda. Mevcut oteller, lokantalar vs. talebe yanıt vermekte zorlanmaya başlamış ve fiyatlar alıp başını gitmiş durumda.
Devrim yönetimi turizmin ülkenin ekonomisi için faydasının farkında olup, yerel sermaye yokluğunda yabancı sermayenin devlet sektörüyle ortak yatırımlar yapmasını teşvik ediyor. Halka da küçük ev pansiyonculuğu (Casa Particüler’)ve lokantacılığı ( Paladar) için epey bir zamandır izin vermiş durumda ve günden güne bu tip işletmelerin sayısı artıyor.
Öte yandan yine turizm sektörüne bağlı olarak hediyelik dükkan ve el zanaatları seyyar satıcılığı giderek gelişiyor. Tabii turizm sektöründe çalışan hizmetliler turistlerden aldıkları bir takım bahşişler ve sundukları hizmetler karşılığında aldıkları ücretler ile gelir düzeylerini ve yaşam standartlarını arttırmaya başlamışlar. Özellikle genç kızlar ve erkekler turistler ile yaşadıkları birlikteliklerden kendi yorumlarına göre; hem eğlenip hem para kazanıyorlar. Bu arada hemen belirmeliyiz ki, Küba’da LGBT hareketine, eskiye oranla çok daha hoşgörülü yaklaşılıyor.
Yönetim tüm bu gelişmelere hoşgörü ile yaklaşırken, turizm dışında kalan kesimler için de özellikle kırsal alanda kooperatifleşme yoluyla üretilecek artı değerin bir kısmının üreticilere kalması ve bu ürünlerin pazarda satılması için bir takım projeler geliştirmeye çalışıyor.
Tabii Devrim Yönetiminin asıl kaygısı gelir seviyesindeki göreceli yükselmenin halkta kapitalist tüketim alışkanlıklarını arttırarak daha fazla talep ve daha fazla kazanma hırsına yol açması ihtimali. Devrimin ruhunu oluşturan ve sürekliliğini sağlayan olgu; eğitim, sağlık, ulaşım ve temel beslenme standardlarının üst seviyede ve eşit biçimde sağlamasıdır. Bugüne kadar da Küba, halkına eğitim ve sağlık alanında en iyi hizmetleri sağlayan bir ülke olma özelliğini sürdüren dünyadaki az sayıda ülkelerden biridir. Öyle ki yetiştirdiği doktor, mühendis, öğretmenlerin ülkenin ihtiyacından fazla olması nedeniyle bu elemanları dünyanın ezilen ülkelerine gönderip, hem kendilerine hem ülkeye artı bir gelir yaratırken, Afrika ve Güney Amerika’nın yoksul ülkelerinin eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını gidermeye de büyük katkı sunmaktadır.
Gezimiz sırasında gözlemlediğimiz ‘olumlu’ olarak yorumlanabilecek gelişmelerin başında internet kullanımın halen sınırlı fakat bedeli karşılığı olanaklı olması, Küba vatandaşları arasında sahip oldukları otomobil ve evlerini satıp-edinebilmeleri, yurtdışına çıkış için eskisi gibi zorluk çıkarılmaması, Küba vatandaşlarının yine turizm sayesinde CUC, yani turist para birimini bulundurma ve harcama kolaylığını gördük. Tabii bu durum yine ülkede vatandaşlar arasında bir harcama eşitsizliği ve ülkenin para rejiminde karışıklık yaratıyor. Vatandaşlar bazı mal ve hizmetleri CUC ile alırken bazı mal ve hizmetleri pezo ile alıyor. Bu arada 1 CUC 1 Euro’ya eşit. 1 CUC ise 1,05 Amerikan Dolarına eşit ancak dolar bozdurulurken halen %15’e yakın komisyon kesiliyor. Bu da tabii ABD Doların cezalandırılması anlamına geliyor. O nedenle Küba’yı ziyaret edecek kişilere ABD doları götürmemelerini tavsiye ederiz.
Küba’nın tabii en olumlu yanı, gerek kent gerek kırsal kesimde yerleşim yerlerinin hiçbir zaman hızla değişmemesi. Her gittiğimde aynı evleri, sokakları, binaları, dükkanları görmek bende çok sıcak ve insani duygular yaratıyor. Tabii Kübalılar bu drumdan çok hoşnut mu, anlamak zor. Özellikle Devrim sonrası Yönetim acilen kırsal kesimde bir yandan halka okuma-yazma seferberliği başlatırken aynı zamanda yerleşim yerlerinin altyapı eksiklerini hızla tamamlamaya önem vermiş. 2000’li yılların başından itibaren de başta Eski Havana olmak üzere mimari kültürel mirasın ayağa kaldırılması için çeşitli koruma ve restorasyon projelerini yavaş da olsa son derece emin adımlarla devam ettiriyor. Çoğu anıtsal kamu ve sivil mimari örnekleri son derece titiz bir çalışmayla ya turizme ya da kültür-sanat projelerine kazandırılıyor.
Aslında Küba, devrimden bu yana hep zorunluluklar sayesinde yenilikçi ve yaratıcı buluşları gerçekleştirmiş bir ülke olma özelliğini koruyor. Yıllar süren ekonomik ambargo, siyasi ve askeri tehditler, ülke yöneticilerini ve halkını son derece pragmatik bir duruma getirmiş. Örneğin her Kübalı sahip olduğun eski Amerikan ve Rus arabalarına bakım ve onarım konusunda uzman birer teknisyen olmuş durumda. O eski arabaları her durumda yürütebiliyorlar. Yine sağlık sektöründe yoklular içinde yetiştirdikleri doktor ve sağlık hizmetlileri son zamanlarda moda olan sağlık turizminden büyük bir gelir sağlamalarına, keşfedip yarattıkları ilaçları, telif hakları gibi zırvalıklara prim vermedikleri için maliyet- tedavide başarı oranında dünyanın en makul seviyesini tutturmuş durumda. Yine Özel Dönemde ürettikleri en büyük tarım ürünü olan şekerin en büyük alıcısı, Sovyetlerin yıkılması ve dünyada şeker fiyatlarının düşmesi sebebiyle girmiş oldukları büyük ekonomik buhran sırasında açlığa çare olarak geliştirdikleri küçük bahçe tarımcılığında uyguladıkları yaratıcı ve yenilikçi teknikler bugün dünyada örnek olarak gösterilmektedir.
Küba devrim Yönetimi ve halkı küresel kapitalizmin girmiş olduğu krize yakalanmadan ve kapitalizmin virüslerini kendisine fazlaca bulaştırmadan, sağlıklı, onurlu, yavaş ve fakat mutlu bir yaşam sürdürerek dünyada pek çok halka örnek olabilir. Tabii bunda dış dinamikler, özellikle karşı devrimci Kübalı Miami mafyası ve kapitalizmin geleneksel kazanç hırsı ne kadar izin verir, hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Haluk Yurtkuran
Diğer Blog Yazıları