H3A HERODOT 3.YAŞ AKADEMİSİ
İRAN GEZİSİ
Biz Türkler İki yüz yıldır ilgimizi hep Batı’ya yöneltmiş, sırtımızı da Doğu’ya çevirmişiz. Oysa İran gibi bir doğu komşumuzla o kadar çok ortak tarih ve kültür değerlerimiz olduğunu geçen Şubat ayında İstanbullu bazı arkadaşlarımın düzenlediği, benim de katıldığım ilk İran gezim sırasında gözlemledim. Bize asık suratlı, yobaz diye tanıtılan İranlıların, aslında doğuya has misafirperverlik gibi değerleri çok iyi koruduklarını, çok zengin bir tarih ve kültür zenginliğine sahip olduklarını, hele kadınlarının toplumda önemli bir roller oynadığını yerinde görme şansına sahip oldum. Diğer yakınlarımın ve H3A üyesi dostlarımın da bu deneyimi yaşaması amacıyla, 4-11 Ekimdeki geziyi organize etmelerini, beni Şubat ayında İran’a götürmüş olan Oasis Turizm’deki dostlarımdan rica ettim.
Şu an İran’a kültür turizmi olarak yoğun talep olması, buna karşılık son 30-40 yıldır otellere ve diğer turizm altyapısına yatırım yapılmaması nedeniyle, bir dar boğaz oluşmuş. Aylar önceden yer ayırtmak gerekiyor; iyi otellerin fiyatları da oldukça yüksek. Nisan ayında ilan ettiğimiz gezi programında hedeflediğimiz 20 katılımcı sayısını yaz başında aştık; ancak, daha sonra genellikle sağlık nedenleriyle bazı iptaller oldu. Sonuç olarak, 4 Ekim akşamı 19 kişi THY uçağı ile Şiraz’a hareket ettik. Bizi orada Türkiye’ye hiç ayak basmadığı halde, İstanbul aksanıyla çok iyi Türkçe konuşan Azeri asıllı genç bayan rehberimiz Rana Sohrabi karşıladı. Kusursuz İstanbul şivesini televizyonda Türk dizileri izleyerek edinmiş.
Şiraz İran’ın kültür başkenti sayılıyor. İran’ın en ünlü şairlerinden Sadi ve Hafız Şirazlı; adlarını taşıyan parklarda türbeleri var. Yüzlerce yıl sonra bile İranlılar onların kabirlerini büyük bir heyecanla ziyaret ediyor. Şair biraderim Haluk Şahin bize Hafız’ın kabri başında Yahya Kemal’in Rintlerin Ölümü şiirini okudu. Oraya ancak hava karardıktan sonra ulaşabildik, gene de büyük kalabalıklar vardı.
Şiraz’a ancak bir tam gün ayırabildik; kesinlikle yetmedi; hele batılıların “Pembe Cami” olarak adlandırdıkları Nasr-al-Mülk camii benim için doyumsuzdu. Gene Şiiler için çok önemli ve kutsal olan “ Şah-ı Çerağ” türbesi de kayda değerdi. Türbeyi gezen bayan arkadaşlarımız, İran’da ilk ve son defa, orada görevliler tarafından kendilerine verilen “chadoor” larını giydiler.
İkinci günümüzde Pers İmparatorluğunun bütün ihtişamını gözlerimiz önüne seren Persopolis’i ve bazı önemli Pers imparatorlarının kaya mezarlarının bulunduğu Nakş-ı Rüstem’i gezdik. Oraları gezdikten sonra uygarlığın Avrupalıların dediği gibi Yunanistan’dan değil ; Hindistan, Mezopotamya, İran ve Mısır’dan kaynaklandığını ve Yunanistan’a da oradan gittiğini açıkça görebiliyorsunuz.
Üçüncü günümüzde dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Yezd’e ulaştık. Çöl gelini olarak da bilinen şehir, rüzgar kuleleri, toprak evleri ve dağlardan su taşıyan “kanat” adı verilen yer-altı kanalları ile mimari bakımdan ilgi çekiyor. Yezd aynı zamanda artık kaybolmakta olan dünyanın ilk tek tanrılı dini olarak kabul edilen Zerdüşt dininin önemli bir merkezi. Orada yeryüzünü kirletmemek için ölülerinin cesetlerini akbabalara sundukları “sessizlik kuleleri”ni ve “ateşkadeh” olarak anılan mabetlerini de ziyaret ettik. Ayrıca UNESCO tarafından koruma altına alınmış şehrin eski mahalleleri de mimarlık tarihi açısından ilgi çekici bulundu.
Dördüncü günümüzde çölü andıran İran platosunu geçerken eski kervansaraylar ve bu arada Meybod şehrinde kerpiçten yapılmış 1800 yıllık Narin kalesini de ziyaret ettikten sonra halılarıyla meşhur Nain’de öğlen yemeğimizi yedik ve akşam olmadan İsfahan’a vardık.
Isfahan’daki otelimiz nehir kenarında meşhur Si-o-Seh köprüsü yakınında idi. Ama biz odalarımıza yerleşir yerleşmez derhal kendimizi, şüphesiz Dünya’nın en güzel meydanlarından biri olan, Nakş-ı Cihan Meydanı’na attık. İranlılar Isfahan için “ İsfahan nefse cihan” yani Dünya’nın yarısı diyorlar. Gerçekten İran’da yalnız bir şehri görme imkânınız varsa, bu da İsfahan olmalı.
Nakşı- Cihan meydanı çevresindeki camiler, çarşılar, saraylar vs. hakkıyla ancak birkaç günde gezilebilir. Bunlar arasında benim favorim Çehel Sütun yani Kırk Sütunlu Saray oldu. Bu arada bolca alışveriş de yaptık. Halılar, el baskısı örtüler, minyatürler, diğer el işleri ve safran en çok tercih edilen ürünler oldu.
Bu sefer, geçen gelişimde gezmediğim Ermeni Mahallesine de uğradık. Kilisesi, müzesi ve insanlarıyla çok farklı bir deneyim idi.
Muharrem ayında orada olmamız nedeniyle pek çok törene şahit olduk, ayrıca meraklı arkadaşlarımız, hem Yezd’de hem de Isfahan’daki törenleri izlediler. Katılımcılardan çok ilgi ve yakınlık görmüşler.
Son akşam sabah 3’de uyandırılmak üzere bir tavşan uykusu uyuduktan sonra, saat 4’te otelden çıktık ve sabah 6’da THY uçağı ile İstanbul’a hareket ettik.
Selçuk Şahin
Fotoğraflar: Camille Şahin
Diğer Blog Yazıları