Japonya Kyoto

Kyoto

Bir gelenek müzesi...

Odawara’dan  Kyoto’ya 380 kilometrelik mesafeyi tam 1 saat 58 dakikada alıyor Shinkansen ya da tam çevirisiyle ‘Mermi Tren’. Kyoto’nun yeni tren istasyonu sanki bir uzay merkezi, son derece modern ve devasa boyutlarda bir ulaşım ve alışveriş merkezi. Trenden inip istasyon binasının restoran katında Ganko adlı küçük bir Japon Lokantasında akşam yemeğimizi alıyoruz. 

Menüde yine Sachimi, tempura ( yüksek ateşte kızartılmış sebze ve karidesler) yuba ( tuzla haşlanmış soya fasulyesi, kabuğu soyulup başlangıç niyetine yeniyor) ve ana yemek olarak masaya servis edilmiş etler masamızdaki sıcak taşta pişirip pirinç lapamızla soya ve acılı sosa banarak yiyoruz. 

Eski başkent Kyoto Japon gelenek ve görenekleri izlemek için en uygun kent. Burada hala tarihi Japon filmlerinden anımsadığımız sahneleri görmek mümkün. Zaten Kyoto’yu turistik olarak pazarlamak için pek çok adetlerini değiştirmeden devam ettiriyorlar. Örneğin kiralık kimono dükkanları; buraya gelen yerli ya da yabancı ziyaretçilerin kimono kiralayarak bir çay partisine ya da Geyşaların ilgilerine mazhar olacak Ochaya denilen evlerdeki özel partilere gitmek mümkün. Geyşalık, maço Japon toplumunda erkekleri özel yemek, çay servisi, müzik, dans ve şarkı söyleyerek eğlendiren eğitimli ve tecrübeli kadınların mesleği. Tokugawa döneminde eşleri başkent Edo’da yaşayan Shogunlar Kyoto’da askeri ve siyasi işlerini icra ederken Geyşalar tarafından eskortluk edilip, eğlendirilirmiş. Bunların gençlerine Maiko, eğitimli ve tecrübelilerine de Geiko deniyor ve Okiya denilen özel evlerde yaşıyorlar. Eğer evleri müsaitse, evin önünde küçük bir kırmızı fener yanıyor. Kyoto’da Gion Hanamachi bu tür evlerin bitişik nizam yer aldığı dar sokaklardan oluşan bir semt. Tabii bu evlere ancak  tanıdık bir müşterinin referansıyla misafir kabul ediliyor. Bu semtte en iyi korunmuş sokak Ishibekouji. Ana caddeden dar ve kıvrılarak içerilere uzana sokak çıkmaz gibi görünse de Todaji Tapınağına varıyor.

Kyoto’da 1600'e yakın tapınak, mabet, onlarca saray, malikane, köşk ve kule var ve bunlardan 17 tanesi UNESCO listesine girmiş. Karşılaştırma olsun diye belirteyim, Türkiye’de bu sayı toplam onüç. 

Biz günümüze şehrin merkezinde yer alan, Nijo-jo Sarayını gezerek başlıyoruz. 17.yüzyıl başında Tokugawa Shogunluğu ülkede uzunca süren iç savaşı sona erdirip, başkenti Edo’ya ( bugünkü Tokyo)ya taşımış. Ancak batı Japonya’da kontrolü elden bırakmamak için de eski başkentte yönetim merkezi olarak bu sarayı yaptırmış. Japonya’nın altın çağı diyebileceğimiz 17-19 yüzyıllar arasında yaklaşık 265 yıl, bu sarayda Tokugawa Hanedanlığının Shogunları ikamet etmiş.. Sarayın bahçesi ve iç tasarımı minimalist Japon zevkinin muhteşem bir örneği olarak korunmuş durumda.  Tamamen ahşap ve organik yapı malzemeleriyle inşa edilmiş sarayın duvarlarında Japon mitolojisinden alınmış tasvirler ve manzara resimleri yerlerde ise ahşap kaplama üzerine tatami denilen bir tür hasır örgülü halılar yer alıyor.   

Buradan çıkıp, kentin güneyinde Higashiyama tepelerinde yer alan Kyomizu-Dera Tapınağına gidiyoruz. Herhalde Kyoto’nun en canlı, renkli, gürültülü ve ticari tapınma yeri diyebiliriz. Ortalık genç-yaşlı, çoluk-çocuk, okul talebeleri kaynıyor. Günümüzden yaklaşık 1200 yıl önce dağın yamacında bir keşişin keşfettiği pınarın kenarına inşa edilmiş. Tamamen ahşap ve briket karışımı malzemelerle inşa edilmiş bir dizi tapınak, sunak ve çeşmelerden oluşan bu kutsal alanın terasından muhteşem bir Kyoto manzarası izleniyor. Kutsal pınar suyuyla abdestlerimizi alıp arınarak içeri giriyoruz. Burada ki çeşitli bölümlerde yerel papazlardan bilgiler alıp, diğer ziyaretçiler gibi sıraya girip tüm ritüelleri yerine getirmeye çalışıyoruz. Ancak Buda nezdinde kabul görülüyormuyuz bilemem? 

Buradan kentin kuzey-batısında ormanlık bir yamaçta yer alan Kinkakuji Tapınağına (Altın Köşk) gidiyoruz. 14. Yüzyıl sonunda Muromachi Shogunluğunun malikanesi olarak hiçbir masraftan kaçınmaksızın, dış cephesi altın kaplama olarak yapılmış. Ancak gelgelim daha sonra bu hanedanlık sona erince, boş ve sahipsiz kalan bu güzelim bina Muso-Kokuchi adlı bir Budist papaz tarafından  tapınağa çevrilmiş. Bir efsaneye göre de burası yine aklını kaçırmış bir keşiş tarafından adını tarihe yazdırmak adına ateşe verilmiş. Ancak kimse adını hatırlamıyor garibin! 1994’te aslına uygun olarak restore edildikten sonra UNESCO listesine girmiş.

Buranın tam simetrisinde Kuzey-doğuda bir de Ginkakuji Tapınağı ( Gümüş Köşk) var ama orayı ziyaret etmeyip, rotayı bir Zen Tapınağı nasıl bir şeymiş diye Ryoanji Tapınağına çeviriyoruz. Budizmde Zen felsefesi Yahudi Kabalası, İslam Tasavvufu ya da İsa’nın Sezar’ın hakkını Sezar’a bırakması gibi maddi dünyadan ve şatafattan kaçınma felsefesi olarak özetlenebilir. 15 yüzyılda bir kır eviyken Tokuho Zenketsu adlı ünlü bir Zen keşişi tarafından Zen eğitim merkezine dönüştürülmüş  Ryoanji Tapınağının en önemli yeri bahçesi. Yaklaşık 25 metreye 10 metrelik dikdörtgen bahçede beyaz çakıl taşları ve kayalar var. Toplam onbeş adet kayanın hepsini aynı anda görmek mümkün değil. Burada alçak sedire oturup, ayaklarımızı bahçeye sallandırarak zen haline geçiyoruz. 15 adet kayayı aynı anda görmesek bile, ruhumuzda hissediyoruz. 

Günümüzün sonunda Kyoto’nun en canlı köşesi Gion’da serbest zamanımızda Nishiki Pazarını geziyoruz.  Geleneksel Japon gıda ürünlerinin sergilendiği renkli bir çarşı. Kyoto’da alışveriş için meraklıları için; dünyaca ünlü Aritsugu bıçak imalatçısının yemek bıçaklarını, Zohiko’nun lake cilalı mobilyalarını, Kamiji Kakimoto’dan el yapımı kağıt ( washi) ya da Ippodo’dan yeşil çay tavsiye edebilirim. 

Akşam yemeğimizi Gion Gyuzen  restoranda Shabu-Shabu yiyoruz. Masaya getirilen ince kıyılmış dana etleri kaynar tencerenin içine atılıp, pişirildikten sonra acı ve soya sosa batırılarak yeniyor.. 

Yerken ağızdan çıkarılan şapur-şupur sesi gibi bir anlamı var shabu-shabu’nun. Ne de olsa Japonca ve Türkçe akraba diller. 

Kyoto’da son gecemizi otelimizin Cigar-Barında çok zengin Japon viski çeşitlerinden seçtiğimiz Yamazaki ve Hibiki viskilerini yudumlayarak noktalıyoruz.