Londra, dünya başkenti

Londra,  Dünya’nın Başkenti

‘Londra’dan sıkılan, hayattan sıkılmıştır.’  der Samuel Johnson, ünlü İngiliz yazar ve sözlükbilimcisi. Gerçekten de Londra’nın başka bir çekim gücü var diğer metropollere göre. Dünyanın kültür,finans, eğitim ve moda başkenti. 2.Dünya Savaşının sonuna kadar da dünya siyasetine yön vermiş bir başkent. Giderek dünyadaki siyasi önemi azalsa bile, diğer alanlarda cazibesinin önüne hiç bir kent geçemez. 

Londra’ya ilk gelişiniz de bile kendinizi yabancı hissetmezsiniz. Kıta Avrupa’sındaki rakibi Paris’ten çok farklı bir yapısı var Londra’nın. 

İngiliz halkının pragmatizmi ve yenilikçi yönleri ile çelişen vazgeçemedikleri kuralcı ve muhafazakar hayat tarzı Londra’nın hem kozmopolit hem de monolit bir kültüre sahip olmasına yol açmış. Kentin gelişimi aynen toplumun gelişimi gibi evrimsel olmuş. Kentin hemşehrilerini ve yabancı ziyaretçilerini ürküten ve ezik hissettiren geniş bulvarlar, köprüler, masif binalar ve yüksek kuleler göremezsiniz.

Üçyüz yıldan fazla bir sürede beş kıtada hüküm süren bir İmparatorluğun başkentinin bu kadar mütevazi kalması İngilizlerin muhafazakarlığı ile olduğu kadar demokrasi gelenekleri ile açıklanabilir ancak. Ne de olsa Magna Carta ile daha 13.yüzyılda yerleşmiş müzakere ve demokrasi geleneği olan bir ülkeden bahsediyoruz. Kentin gelişimi ve imarında uzlaşma olmadan hiç bir karar alınamıyor.  Nitekim ülkenin tarihinde hiç bir kral ya da yönetici bir Napolyon, Franko , Hitler ya da Mussolini gibi kendi iradesiyle kenti yerle bir edip, yeniden imar etme cüretini gösterememiş. Gelgelim, 21.yüzyıl ilk çeyreğinde kentsel dönüşüm virüsü Londra’ya da bulaşmış. 

Millenium projeleri kapsamında yapılan modern Millennium Köprüsü, Greenwich yarımadasında yer alan The Dome Fuar ve Kongre Merkezi,  spiral biçimde eğilmiş yeni Belediye binası ve karşısındaki Westminster Kulelerine nazire olsun diye dikilmiş London Eye bu değişim ve dönüşümün öncüleri olmuş. 

Londra sadece mimaride değil gastronomide de dünyaya örnek olmuş bir kent. Dünya imparatorluğuna beş kıtadan ve adalardan gelen etnik halkların açtığı lokantaların pek çoğu anavatanlarından daha lezzetli ve geleneksel menüler sunar. Avustralya ve Yeni Zelandalı şeflerin Avrupa-Uzakdoğu-Okyanusya arasında yarattıkları ve Pasifik Kuşağı olarak adlandırılan füzyon mutfaklar Londra’da cesaretle gurmelere ürünlerini sunar. 

Bu kadar bol seçenek arasında benim bir daha gitmekten hoşlanabileceğim lokantalar arasında;

Punjab Restaurant, Covent Garden. Londra’da üç kuşaktır aynı aile tarafından işletilen sıcak ve samimi bir ortamda en lezzetli Kuzey Hint yemeklerini yiyebileceğiniz bir lokanta.  

Shoryu Ramen,  Soho. Makul fiyata Japonya’nın Hakata  bölgesinden özgün seçenekler sunan bir restaurant. 

Bone Daddies, Eğer Shoryu’dan hoşlanmıyorsanız ve hala bir  Ramen yemek isterseniz fazla uzağa gitmeyin yine Soho’da Bone Daddies’i deneyin. 

Hutong, The Shard Binası. Londra’nın en yüksek binasının 33.katında yeni açılmış Hong Kong mutfağından seçilmiş yemekler eşliğinde Londra’nın gece manzarasını izleyebilirsiniz.

Black Roe, Mayfair. Nispeten yeni sayılabilecek Pasifk Kuşağı restoranı, yemek öncesi barda şampanya ya da kokteylinizle taze istirdyeler ve diğer çiğ deniz mahsullerini denemenizi öneririm.

İngiliz’ler dünyanın her yerine uzanıp, kendi eğitim, spor, eğlence ve edebiyatlarını götürmüş olmalarına rağmen, kendi mutfaklarını pek tanıtamamışlardır. Belki de dünyanın çeşitli yemeklerini tatma merakları yüzünden mutfakta muhafazakarlıklarını ihmal etmişler. Ancak Londra’ya kadar gelip de İngiliz mutfağını denemeden de dönmek olmaz. O nedenle bir kaç İngiliz mutfağı önerimi paylaşmak isterim.

Dean Street Town House, Soho Londra’nın 18.yüzyıldan kalma tarihi otelinde yer alan restoranda dış cephesinden iç dekorasyonuna, servisinden, sunulan geleneksel yemeklerine kadar size George dönemi aristokrasisini hissettirecek herşey mevcut. İster kahvaltı veya brunch, ister barında bir içki veya akşam yemeği için mutlaka bu özgün İngiliz restoranını denemenizi öneririm.

 

The Shed, Palace Terrace Gardens Notting Hill.  Mevsimine uygun taze sebze ve yeni hazırlanmış etleri İngiltere’nin aile işletmesi olan çiftliklerden getiriliyor. Sürdürülebir yerel mutfağın en iyi örneklerinden.

Eh Londra’ya kadar geldik bir de iyi bir Fish & Chips yiyelim diye ısrar ederseniz o zaman benim önerim;  The Golden Chippy, Greenwich.  Vaktiniz varsa keyifli bir tekne yolculuğu ile Londra’dan biraz uzaklaşıp zamanın sıfırlandığı bu sevimli Greenwich’e uzanın ve geleneksel İngiliz balık-patates kızartmasını afiyetle yiyin derim.

Tabii, Londra’nın çeşitli semtlerine yayılmış pazarları ve meyve-sebze halleri de her türlü taze gıda ürünlerini satın almak veya ayaküstü yemek-içmek için pek çok olanak sunar. 

London Bridge’in güney yakasında yer alan Borough Market Pazar hariç her gün açık. Her türlü taze veya organik gıda ürünlerini izleyip gözünüzü doyurduktan sonra Wright Brothers’da buz gibi prosecco eşliğinde taze istiridye ile damağınızı şekillendirebilirsiniz. 

Diğer favori pazarlarım arasında Portobello, Camden, Islington ve tabii ki Greenwich gelir.

Londra’da pub önermek biraz cesaret işi. Ancak ben yine de bir kaç tane önermek isterim;

Norman’s Coach & Horses, Soho

The Churchill Arms Pub Kensington 

Aquavit London, St.James’s Market. Modern ve kuzeyli bir atmosferde yeni kokteyller denemek için.

Gordon’s Wine Bar, Covent Garden 

Londra’nın göbeğinde alışveriş sonrası yorgunluk atmak için Mayfair’de Shepherds Market’taki herhangi bir Viktoryen tazı bara girip soğuk bir bira içmek de adettendir. 

Görmeden dönülmeyecek 10 yer

  • Tower of London ve Tower Bridge
  • Buckingham Sarayında nöbetçi değişimini izlemek
  • Piccadiliy Circus’ta alışveriş
  • London Eye ile Londra’yı kuşbakışı izleme
  • British Museum 
  • Hamleys Dünyanın en büyük oyuncak mağazası
  • Covent Garden’da akşam üzeri bira içip sokak konserleri izlemek
  • St.Martin in the Fields Kilisesinde bir akşam üzeri konser izlemek
  • Hide Park’ta amaçsızca yürümek
  • Thames’de akşam üzeri şampanya ile tekne turu